Her tüp bebek denemesinin belirli riskleri vardır. Tüp bebek tedavisi sırasında yumurtalıkların uyarılması ile östrojen hormon salgısı artar. Bunun da vücutta su tutulması, gögüslerde ve karında siskinlik, ruhi açıdan hassasiyet gibi etkileri vardır. Ancak bu etkiler geçicidir ve tedavi bitiminde ortadan kalkar. Saglık açısından bu tedavilerin uzun vadeli olumsuz etkileri yoktur.
Kullanılan hormon ilaçlarına bağlı gelişebilecek komplikasyonlar
- Enjeksiyon alanına ait yakınmalar (ağrı, kızarıklık), alerjik reaksiyonlar
- Baş ağrısı ve yorgunluk gibi problemler
- İştah artışı nedeniyle kilo alma
- Psikolojik hassasiyet, sinirlilik, gerginlik
- Aşırı uyarılma sendromu (OHSS)
- Çoğul gebelikler
Yumurta toplamaya bağlı olanlar
Bu işleme bağlı gelişebilecek komplikasyonlar; kanama ve enfeksiyondur. Ancak işlemler steril şartlar altında ve tecrübeli kişiler tarafından gerçekleştirildiğinde her iki risk de çok düşüktür.
Aşırı uyarılma sendromu (OHSS)
Yumurtlama tedavisi (Ovulasyon indüksiyonu) sırasında, yumurtalıkların ilaçlara verdiği aşırı bir cevap sonucunda gelişen istenilmeyen bir tablodur. Özellikle polikistik over sendromu olan, zayıf ve genç hastalarda bu risk daha yüksektir. Hafif formunda sadece yumurtalıklarda büyüme gözlenirken, şiddetli formunda kanda pıhtılaşma olması ve bunun akciğerlere atması gibi ciddi klinik tablolar görülebilmektedir.
OHSS hafif, orta ve şiddetli olarak üç ayrı gruba ayrılır. Yaklaşık % 10 oranında görülür.
OHSS damarlardan karın zarı boşluğuna proteinden zengin bir sıvının geçişi ile karakterizedir. Bu olaya yol açan temel neden tam olarak bilinmemekle birlikte kılcal damar geçirgenliğindeki ani bir artışa bağlı olduğu düşünülmektedir.
En çok görüldüğü hasta grupları polikistik over sendromu olan, genç, zayıf ve ultrasonda yumurtalıklarda çok sayıda follikülü olan hastalardır.
OHSS belirtilerinin ortaya çıkması yumurta çatlama iğnesi adını verdiğimiz hCG adlı ilacın verilmesinden 2-3 gün sonra ortaya çıkar. hCG yapılmayan hastalarda bu tablonun görülme riski yok denecek kadar azdır.
Yumurtalıklarda çok sayıda follikül gelişimi olan (20’den fazla) ve E2 hormon düzeyi yüksek olan hastalarda OHSS gelişme riski artmaktadır.
OHSS klinik belirtilerin şiddetine göre genel olarak 3 grupta incelenebilir:
1. Hafif Derecede OHSS: Bu hastalarda kanda E2 düzeyi yüksektir, karında şişlik ve hafif ağrı vardır, ancak yumurtalıkların çapı 5 cm’nin altındadır.
2. Orta derecede OHSS: Bu hastalarda karında daha fazla şişlik görülür, karında hafif sıvı birikimi vardır ve bulantı-kusma, ishal, kilo alımı gibi belirtiler görülebilir. Ayrıca yumurtalık çapı 5-12 cm arasındadır.
3. Şiddetli OHSS: Bu hastalarda aşırı düzeyde karın şişliği, karında sıvı toplanması, akciğer zarında sıvı toplanması, kan tablosunda değişiklikler ve buna bağlı akciğer ve beyine pıhtı atılması, pıhtılaşma bozuklukları gibi ağır tablolar ve yaşamsal tehlikeler oluşabilir. Yumurtalık boyutları 12 cm’den daha fazladır.
OHSS Gelişimini Önleme Stratejileri: Öncellikle OHSS’de radikal ve kesin bir tedavi yöntemi olmadığı için tablonun ortaya çıkmasının engellenmesi büyük önem taşımaktadır. OHSS gelişiminin önlenmesi için şu önlemler alınabilir:
a) Tedavi öncesi riski yüksek olarak görülen hastalarda ilaç dozu düşük tutulmalı
b) Tedavi sırasında 20’den fazla follikül gelişimi olan veya E2 düzeyi 4500 pg/ml’nin üzerinde olan hastalarda tedavinin iptal edilmesi
c) Tedavinin iptal edilmesinden önce ilaçlar kesilip E2 düzeyi normale düştükten sonra hCG yapılabilir
d) Tedavisi iptal edilmeyen hastalarda yumurtalar alınıp döllendikten sonra hastaya transfer edilmeden dondurulabilir
OHSS Tedavisi: Tablo geliştikten sonra kesin bir tedavi olmamakla birlikte aşağıdaki önlemlere başvurulmalıdır:
a) Hafif vakalarda yatak istirahati, kilo ve karın çevresi izlemi, yeterli sıvı alımı ve idrar miktarı takibi yeterli olabilmektedir. Bu hastalarda belirtiler birkaç gün içerisinde kaybolur.
b) Orta derecede olan hastalarda tablo 3 hafta ve gebelik olması durumunda daha uzun süre devam edebilir. Bu hastalarda da kilo, karın çevresi ve idrar takibi çoğunlukla yeterlidir. Kan tablosuna bakılarak tablonun ağırılığı kontrol edilebilir ve tablodaki değişim izlenir.
c) Şiddetli hastalar hastaneye yatırılarak izlenir. Bu hastalarda sıvı- elektrolit dengesi çok iyi ayarlanmalı günlük kan tablosuna bakulmalı; böbrek, karaciğer ve akciğer fonksiyonları dikkatle izlenmelidir. Bu hastalarda kanda pıhtılaşma ve pıhtının akciğere atılması ve DIC adını verdiğimiz pıhtılaşma bozuklukları yaşamsal tehlikelere yol açabilmektedir. Bu nedenle kan tablosuna göre gerekirse heparin adını verdiğimiz kanı sulandırıcı ilaçlar verilmelidir. Karındaki sıvı birikimi fazla ve solunum sıkıntısı yaptıracak düzeyde ise bu sıvı ultrason gözlemi altında boşaltılmalıdır. Sonuç olarak tedavinin temel prensibi hastanın sıvı dengesinin ayarlanmasıdır. Doku fonksiyonlarının bozulması bu dengedeki bozukluklara paralel olarak artmaktadır.
Anomalili bebek riski
Bazı yayınlarda mikroenjeksiyon sonrası doğan bebeklerde doğuştan anomalilerin daha sık görüldüğü belirtilmekle birlikte, yayınların büyük bir bölümünde doğuştan anomalilerde normal toplumla karşılaştırıldığında bir fark bulunamamıştır. Mikroenjeksiyona alınan hastalar genel olarak daha ileri yaş grubunda oldukları için zaten anomali oranında hafif bir artış beklenmektedir. Ancak bu artış anlamlı boyutlara ulaşmamaktadır. Genel olarak gebelikte sakat doğum oranı %2.5 civarındadır. Tüp bebek gebeliklerinde ise bu oaran %3.5 olarak kabul edilir. Yani tüp bebek uygulamalarının sakatlığı arttırmadığı kabul edilebilir. Bugüne kadar yayınlanan vaka serilerinde genel olarak mikroenjeksiyon bebeklerinde doğum kilosunun daha düşük olduğu görülmüştür.
Çoğul Gebelikler
Tüp bebek uygulamaları sırasında çoğul gebeliklerin oluşumu bir çok faktöre bağlıdır. Yaşınız, ilaçlara verdiğiniz yanıt, embriyo kaliteniz, rahim içine yerleştirilen embriyo sayısı ve diğer önceden düşünülemeyen faktörler…Çoğul gebeliklerde, özellikle 3 ve üzerindeki gebeliklerdeki riskler normal gebeliklere göre oldukça fazladır.
Tüp Bebek Tedavisinin Uzun Vadeli Yan Etkileri
Yumurtalıkların uyarılmasının meme ve yumurtalık kanserinde risk artışına neden olabileceği ileri sürülmesine karşın bu durum henüz kanıtlanamamştır. İnfertilitenin kendisi her iki kanser türü için de risk faktörü olduğundan bazı araştırmalarda gözlenen risk artışının tedaviden mi yoksa infertiliteden mi kaynaklandığı bilinmiyor. 1992 yılında yayınlanan bir yazıda kullanılan ilaçların kanser riskini artırdığı öne sürülmüş ve bu konuda büyük bir sansasyona neden olmuştur. Ancak daha sonra yayınlanan bir çok çalışmada böyle bir risk artışı olmadığı görülmüştür.
Bu grup hastalarda kanser riskindeki artışın kullanılan ilaçlara değil, çocuk olmamasına neden olan faktörlere ve çocuk doğurmamaya bağlı olduğu düşünülmektedir. Tüp bebek tedavisi alan ve gebe kalamayan kadınların normal yıllık jinekolojik kontrolerini ve mamografilerini (yaşına göre) ihmal etmemeleri önerilir.